İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent TURAN, Cihannüma Dergisi 17'nci sayıda ESKAD üzerine söyleşi gerçekleştirdi

İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent TURAN, Cihannüma Dergisi 17'nci sayıda ESKAD üzerine söyleşi gerçekleştirdi

Söyleşi – Av. Bülent Turan

ESKAD özelinde bir soruyla başlamak isteriz sayın bakanım, KKTC’de kurulmuş Milli Görüş tandanslı bir öğrenci örgütlenmesi olarak biliyoruz ESKAD’ı. Merhum Erbakan hocamızın zamanın ruhuna itiraz olarak değerlendirilebilecek hayal ve icraat alanlarından biri de sivil toplum çalışmalarıydı, bu bağlamda ESKAD ve çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Merhum Erbakan hocamızdan hep keyifle dinlediğimiz ve bizim de şiar edindiğimiz bir ifadesi vardır bilirsiniz; “Bir çiçekle bahar olmaz, ama her bahar bir çiçekle başlar.” derdi. ESKAD bizim için bir vesile, araç tabiri caizse. Ben Beykoz’da okurken okulumuz, Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesine taşındı. Okul hayatımda o zamanki milli görüşün gençlik yapılanması olan Milli Gençlik Vakfı okul başkanlığı yapma imkânımız olmuştu, sonrasında il teşkilatında ortaöğretim başkanlığı yaptık, hasılı bir çizgimiz, yürüyüşümüz, yolumuz oldu. Kıbrıs’a da 1995 yılında İHH başkanı Bülent Yıldırım ağabeyin vesilesiyle bir konferansa gitmiştik. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan o dönem daha yeni İstanbul Belediye başkanı olmuştu. Magosa’da Doğu Akdeniz Üniversitesinde bir konferans verdi Cumhurbaşkanımız. 2 gün kaldık orada ve çok sayıda gençle tanıştık, toplantılar istişareler vs. yaptık. Oradan dönerken uçakta Cumhurbaşkanımız “Burası çok kıymetli ve çok sayıda üniversite öğrencisi var burayla ilgilen lütfen!” dedi. Bir anlamda talimat verdi. Biz de o talimatı referans alarak 1996 yılında Kıbrıs’ta Magosa şehrinde Doğu Akdeniz Üniversitesine kayıt olduk. Kıbrıs’ı bilenler daha iyi anlayacaktır; biz Magosa’yı İstanbul’a, Lefkoşe’yi Ankara’ya benzetirdik.

Biz lise yıllarımızdaki yürüyüşümüzü “Bir çiçekle bahar olmaz!” anlayışımızı sürdürmek adına hem MGV genel merkezdeki arkadaşlar ve büyüklerimizle hem Kıbrıs’taki arkadaşlarımızla istişare ederek belki burada MGV yok ama biz bu yolda çabalayalım niyetiyle besmeleyi çektik. MGV’yi kurduk ama MGV adıyla kuramadık. Değerli arkadaşlarla yaptığımız istişareler sonucunda ESKAD yani Evrensel Sevgi ve Kardeşlik Derneği adıyla kurduk. İsim babası da Kıbrıslı bir büyüğümüz Ahmet Yönlüer’di.

Akabinde çok seri bir şekilde hem Magosa’da hem Lefkoşe’de sonraki yıllarda da Girne ve Lefke olmak üzere tüm şehirlerde çalışmalar yaptık.

Kendi imkan ve çabalarımızla ve yine Erbakan hocamızın motto olmuş bir cümlesi ışığında “İnanç tekeden süt çıkarır.” şiarı ve bilinciyle öğrenci evleri ve ofisler açtık, paramız ve gücümüz olduğundan değil aslında niyetimizin halisliği ve kuvvetinden oldu bütün bunlar. İlk başlarda çoğunlukla Türkiye’den gelen gençler olarak kendi harçlıklarımızdan artırdıklarımızla başladığımız faaliyetler zamanla konferanslar seminerler toplantılar vs. devam etti. 28 Şubat döneminde belli eylemler de yapıldı.  ESKAD zamanla Kıbrıs’ın en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri oldu. Çok kıymetli işler yapıldı ve daha da kıymetlisi şu an hala ESKAD çalışmalarına devam ediyor. Genç idealist 3-5 gencin kendi çabalarıyla kurulan derneğimiz, 28 yıldır çok önemli bir fonksiyon üstlenerek çok güzel işler yapması ayrıca bir gurur kaynağı hamdolsun.

Öğrencilik yıllarınızda ESKAD’ın kuruluşundan itibaren çeşitli görevler üstlendiğinizi belirttiniz. Peki ne tür faaliyetler yapar ESKAD, Kuzey Kıbrıs’ta nasıl bir boşluğu doldurur?

Kıbrıs’ta sporun sanatın vs. her tür ortamın olduğu bir kültür-iklim var malum. O şartlarda kendi duruşu, kimliği kişiliğini koruyup kollamak için Türkiye’den oraya eğitim için giden gençlerin öncülük edip kurduğu bir dernek ESKAD.

Bu derneği sadece “ben” değil “biz” merkezli bakarak tüm şehirlerde okullarda kurmaya çalıştık, birçok gence kol kanat gererek evler yurtlar ayarlayarak toplantı seminer yürüyüş vs. organize ederek gençlerin kimlik ve karakterini güçlendirmeye çalıştık. Gençler mezun olup memleketlerine döndüklerinde önce kendilerine sonra vatana ve millete faydalı insanlar olmaları için uğraştık, hamdolsun güzel neticeler de aldık. Bugün İstanbul Valimiz olan Davut Gül, önceki dönem Ticaret Bakanımız Mehmet Muş gibi çok kıymetli siyasi arkadaşlarımız vardı. Derneğin oradaki en önemli fonksiyonlarından biri de tabii ki gelen öğrenci kardeşlerimize kucak açıp yuva olmaktı. Kıbrıs’ın da böyle bir yapıya ihtiyacı vardı. Kıbrıs’ta siyasiler de bize sıcak bakardı, örneğin dönemin meclis başkanı ve sayın Denktaş’ın danışmanıyla bazı bakan ve vekillerle diyaloğumuz vardı, toplantılar yapardık, çok kıymetli bir iletişimdi.

Sivil toplum kuruluşlarının sizdeki yeri ve karşılığı nedir, halihazırda nasıl görüyorsunuz sivil toplum hareketlerini Türkiye ve dünyada?

Dünya ve Türkiye’deki temel güç odaklarına baktığımızda Non-Governmental Organization (NGO) diye isimlendirilen “hükümet dışı organizasyonlar” olarak belirtilen sivil toplumun akademik olarak da tartışılması, ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’de çok kıymetli örnekleri olmakla beraber dünyadaki örneklere baktığımızda çok iyi bir seviyede olduğumuzu düşünüyorum. O yüzden sivil toplum sürecini ele alırken geçmişi de günümüzü de birlikte değerlendirmekte fayda var. Dönem dönem darbe saikleriyle de beraber çok güçlendiği veya zayıfladığı zamanlar olmuştur sivil toplumun. Ama sonuçta ilk günlerden bugüne kadar Türkiye’nin 100 yıllık sürecinde sivil toplumun farklı jargon ve argümanlarla da olsa hükümetlere yön verdiği boşlukları doldurduğu yadsınamaz bir gerçek.

Ülkemizin vakıf ve derneklerine baktığımızda da yine zaman zaman çok değerli faaliyetler yaptıkları gibi, zaman zaman da hükümetlerin gölgesinde kaldığını görüyoruz. Güzel faaliyetlerde kimin bir gram emeği varsa baş göz üstünedir, iyi niyetli çalışmaların hepsi takdire şayandır lakin çok daha iyi ilerde, iddialı ve öncü olmalarını da istemek de hakkımız.

Bir zamanlar Kartal AİHL’de okurken yapmak istediğimiz faaliyetlerde gittiğimiz belediyelerde salonların kiralanmasını engelleyen bir anlayış vardı, biz azimle kendi cebimizdeki harçlıklarla ve kısıtlı imkanlarla salon bulup faaliyet yapardık. Şimdi tırnak içinde bütün salonlar tüm STK’lara açık ama içini dolduramıyoruz. O yüzden imkanların olmadığı zamanların kıymetiyle var olan zamanlardaki değer ve imkanları iyi tartmak gerek. İstiyoruz ki daha iyi faydalı işler yapalım ve elbette yapılan güzel işleri küçümsemek de olmaz. Bugün sayısız dernek ve vakfımız çok kıymetli faaliyet ve işler yapıyorlar ve daha iyi olmaları için bizler de dua eder destek oluruz.

Sivil toplum örgütleri siyasetle temasında yön verme veya yönlendirme kabiliyetleri değerlendirildiğinde nasıl daha bağımsız kalabilir, daha özgün bir karakter ortaya koyabilir?

Niyetlerin çok kıymetli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer STK’larda emek veren arkadaşların niyetleri siyasal zemine geçmek için oraları bir araç olarak kullanmaksa bu çok tehlikelidir. Ama siyasetle kavga etmek her türlü agresifliği ortaya koyup iletişimi tamamen koparmak da çok anlamsız bir strateji olur. Herkesin kendi mecrasında, yolunda yürüyerek faaliyet üretmesi daha kıymetli olur, fakat zaman zaman özellikle Anadolu’da siyasete yakın olarak konumlandırılan vakıf ve derneklerinde bazı şahısların bu tür görev ve faaliyetleri sadece siyasi yürüyüşlerine bir referans olarak yansıtmalarına üzülerek müşahede ediyoruz. STK’ların kendi tüzük ve idealleri var bu uğurda koşması, çaba sarf etmesi çok kıymetli, siyaset başta olmak üzere tüm kurumların da desteğini talep etmesi de çok doğal ama o diğer kurumların yanında, altında, üstünde veya tam içinde olmasının bir anlamı yok.

Yine geçmişten örnek verecek olursak, çok zor şartlarda gençlik yıllarımızda Beykoz’da, Kartal’da veya Kıbrıs’ta benzer çalışmalar yaparken maddi imkanlarımız yokken, “paramız yok” demezdik ve de çok sıkıntı yaşamazdık. Anadolu insanının 3-5 kuruşluk destekleriyle, ailelerimizin gönderdiği sınırlı harçlıklarla bereketli işler yapardık. Şimdilerde ise nereye gitsem hangi toplantıya katılsam çok büyük olarak bildiğimiz vakıf ve derneklerimiz dahil “para yok” diyorlar mesela, garipsiyorum.

Gençlik yıllarımızda bir idealimiz vardı, bu ideal evrildi mi, evrilmek zorunda mı ve evrildiyse nereye evrildi?

Makamlar gelip geçicidir fakat makamların ateşinden korkarak o makamlara ulaşmayalım da denmez. Gemi limanda emin ellerdedir ama geminin amacı limanda durmak değildir. Eğer sadece iyi niyetle amatör çalışmalar yapacağız, hiçbir risk almayacağız dersek büyümeye, adım atmaya genişlemeye gerek yok denir ki bu yanlış olur. Tabii ki 20 sene 40 sene önceki tarz ve yaklaşımlarla bugünlerin okunması kolay değil. Sayı ve imkan azken insanlar -tırnak içinde- daha samimi olur dava derdinde olur ama yapılar büyüdükçe, para makam başta olmak üzere tüm dünyevi imkanlar elinizde oldukça tabii ki tavır ve tarzlar değişebilir. Ama burada nüans şu -bazen duyuyorum sohbet halkalarında- “önceden şöyle iyiydik böyle iyiydik” ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Bugün de iyi olmak zorundayız. Bugün daha iyi iş yapmak zorundayız. Tabiri caizse dağın tepesinde herkes derviş olabilir, önemli olan şehirde de derviş olabilmek. Yok zamandaki yokluklarla çok iyi adam olduk demenin bir kıymeti yok, bugün iyi olmak, iyi kalmak çok daha kıymetli.

Nitekim çok kıymetli örnekler de var bugünkü şartları çok daha iyi olmasına rağmen kendi yürüyüşünü tarzını bozmayan insanların camiaların olduğu örnekler de var, tam tersi ufacık bir makam veya sandalyede tüm karakteri değişen insanlar, gördük, görüyoruz maalesef. Bunu iyi okuyup değerlendirmek, büyük fotoğrafa bakmak lazım.

Biz iyi olacağız, iyi kalacağız diye yapıların, hayallerin, hedeflerin büyümesinden de korkmamak gerek.

Düşünün, merhum Erbakan hocamızın hayalleri idealleri arasında Ayasofya’nın ibadete açılması, Taksim camii, başörtüsü ve imam hatiplere katsayı zulmünü sona erdirmek gibi hedefler vardı, bugün baktığımızda- biz bunların çoğunu çözdük, başardık hamdolsun. Bu çok kıymetli. Ama bu başarı hikayesinde zayiatlar vermedik mi, elbette verdik. Sonuçta büyük resme baktığımızda biz bunları yapmasaydık da “küçük ve iyi kalsaydık” denmez. Biz “büyük olarak” iyi olmak zorundayız. Hatta daha da büyümek durumundayız. Kendi alanımızda, iddiamızda, yürüyüşümüzde çok daha iyi şeyler yapmak zorundayız. Hülasa eskiye hayıflanmak değil bugünü inşa etmek gerek. Bu camia her tür eksiğine rağmen 20-30 yıl önce sorun olan faraza 100 mesele, başlık varsa 90’ını çözüme kavuşturdu son 20 senede, bu çok büyük bir iş, şuan konuşmuyoruz bile.

Bendeniz bir hukukçu, Müslüman ve zamanında üst düzey AK Parti yöneticisi olarak başörtüsüyle ilgili süreci anlı şanlı hukukçularla tartıştığımızda artık Türkiye’de yasal olarak bunu aşmak mümkün değil raporu verilmişti.

Merhum Erbakan hocamızın hayallerinden biri de başörtülü kardeşlerimizin üniversitelere serbestçe girebilmesiydi, biz 28 Şubat sürecinde el-ele ve zincir eylemlerinde bunu talep ediyorduk sadece, asker, hakim, polis vs. olsunlar diye değil, yeter ki eğitimini serbestçe alsın diyorduk. Bugün geriye dönüp bakınca çok daha ötesinde bir sonuç elde edilmiş. Tabii bunlar yapılırken şu kadar zayiatımız olmuş, evet olabilir, onlar iç meselemiz tartışalım, daha iyi nasıl yaparız konuşalım, ama bunları yapmayalım eskide kalalım eskiye özenelim doğru şeyler değil, her daim ileriye bakmak zorundayız.

Şunu da ekleyeyim; Türkiye’nin temel meselelerinde siyasetin söyleyeceği söz başkadır, devletin başkadır, sivil toplumun bambaşkadır. Ama bu kavga etmek demek değil, bu açıklamak, boşluk doldurmak, önünü açmak vs. ile açıklanabilir. O yüzden sivil toplumla devletin aynı şeyleri söylemesi birinin gereksiz hale gelmesidir.

Merhum Erbakan hocanın mücadelesi ve temel iddialarının yansımalarını ve imkanlarını bugünden nasıl değerlendirebilirsiniz?

Erbakan hocamız veya değerli liderlerin hedef ve idealleri bir dönemle sınırlı değil, bitmiş geçmiş filan değil, bir Ayasofya açılır başka bin kapı açma hedefi başlar. O yüzden biten, neticelenen hedefler değil bunlar, biz daha iyisini yapmakla, yeni hedefler koymakla yükümlüyüz. Misal katsayı zulmü vardı, kaldırdık, çözüldü, bitti mi, hayır şimdi daha iyi imam hatip nesli nasıl yetiştirebiliriz bunun derdinde olmalıyız. Hocamızın ortaya koyduğu hedefler çok kıymetli olmakla beraber daha iyisini yapmalıyız, hedeflemeliyiz diye düşünüyorum.

Merhum Erbakan hocamız da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da Bülent Turan da çok kıymetli işler yapmış olabilir, ama faniyiz sonuçta, bugün var yarın yokuz. Biz bir yürüyüşün mensuplarıyız. Bu yürüyüşe katkı sağlamak, büyütmeye çalışmak bizim temel hedefimiz. Yoksa şahıslarla kaim, onlara bağlı, limitli bir vizyon bakış açısı olmamalı. Vakıf dernek ve partilerimizin bu dönüşüme ayak uydurması gerek. Her liderin her ekibin bir altın çağı olur, bunlar yaşanır ve sonra biter, değişir. Artık yeni iddialar hedefler koymamız lazım. Eskinin iddialarıyla bugünün şartlarında yürümeye kalkarsak patinaj yapmaktan başka bir şey yapamayız. Hayat devam ediyor, bu işlerin 10 sene 20 sene 40 sene sonrası düşünülmek durumunda.

AK Parti hükümetleri bir inşa görevi yaptı son 20 yılda ama daha çok yapılacak işimiz var. Bu yürüyüşün anlayışın bu ülkeye coğrafyaya daha katacak çok şeyi var.

ESKAD ve sivil toplum tecrübeleriniz siyasi hayatınıza ne tür katkılar yaptı, gençlere tavsiyeleriniz nedir?

Beykoz’da, Kartal’da, Kıbrıs’ta hep bir yürüyüşün içinde olduk ben bunu dönemsel bir iş olarak düşünmüyorum, bir hayat tarzı olarak görüyorum tüm gençlere ve dostlara da tavsiye ediyorum. Bize gelen gençlere genelde 4-5 tavsiye verirsem bunların başında “Sivil toplum kuruluşlarıyla yakın olun, faaliyetlerine katılın” olur. Bunu hem medeniyetimiz hem anlayışımız emreder. Biz sadece ben merkezli değil, biz merkezli, komşusu açken tok yatan bizden değildir, anlayışını kendine şiar edinmiş dertli insanlarız, dolayısıyla sivil topluma uzak bir muhafazakâr yapıyı ben doğru bulmuyorum.  Ve dahi Türkiye’de sayısız vakıf ve dernek var, herkesin kendini daha yakın gördüğü göreceği bir yerde çalışması katkı vermesinde büyük fayda olacağını düşünüyorum.

Siyaset yürüyüşümüze gelince, elbette o teşkilatçılığımızın ve STK’cılığımızın bir karşılığı olmuştur. Malum bizim işimiz insanla, halkımızla iletişim, dolayısıyla geçmiş yaşantı ve tecrübemizin, STK çalışmalarımızın çok faydalarını gördük ve halen de görüyoruz. Hasılı bu tecrübeyi çok kıymetli buluyorum.

Erbakan hocamızın bir sözü vardı, “MGV bir üniversitedir” diye, “MGV’den mezun olmak 4 fakülte bitirmek gibidir.” derdi. Tabii ki bir üniversite bitirmek mezun olmak değerli ama bunun yanında vakıf dernek çalışmalarında ekstra hayat tecrübesi kazanmak çok daha kıymetlidir. Yoksa en iyi okulu da bitirseniz bir diplomadır o ama diğeri bambaşka bir hayata hazırlıyor insanı o yüzden tüm gençlerimize sivil toplum faaliyetlerinde görev almalarını ısrarla tavsiye ederim.

 

TEŞEKKÜR EDİYORUZ SAYIN BAKANIM…

Kaynak: https://cihannumadergi.com/soylesi-av-bulent-turan/