Sakat Doğan Hukuk Sistemine Adaleti Eklemek Ya Da Yargı Reformu!

Sakat Doğan Hukuk Sistemine Adaleti Eklemek Ya Da Yargı Reformu!

Platon ve daha pek çok düşünür tarafından en yüce erdemlerden biri olarak tanımlanan ve özelde insanın, genelde devletin taşıması gereken en temel
özelliklerden biri olarak gösterilen adalet, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır.
Kadim zamanlardan beri neliği ve nasıllığı tartışma konusu olmaktadır.
Adalet ile iktidar arasındaki ilişki bu tartışmanın önemli başlıklarından
biridir. Aristo’nun öncülerinden biri olduğu idealist yaklaşımlarda adaletin güçsüzü
korumakla sıkı sıkıya ilişkili olduğu vurgulanırken; Machiavelli gibi bazı realist
düşünürler de iktidarın adalet tartışmalarını manipüle ettiğini, dolayısıyla
çoğunlukla maddi iktidar tarafından tanımlandığını iddia etmişlerdir. Günümüzdeki
adalet tartışmaları daha çok modernizm ve sonrasında ortaya çıkan jargon
kullanılarak konuşulmakla birlikte klasik dönem de bu çerçevede hafife alınmayacak
kadar güçlü kaynak ve yaklaşımlarla doludur. Sözgelimi Mevlana’nın adalet
hakkında söylediklerinden biri ‘herşeyi layık olduğu yere koymak’la ilgilidir.
“Ayakkabı ayağındır, külah başın!” Adaletle eşitliğin bütünüyle bir ve aynı kavramlar
olmadığını ifade etmekte Mevlana yalnız da değildir.
Adaletin farklı zamanlarda ve toplumlarda yaşamış onlarca önemli düşünür
tarafından birçok değişik tanımının yapılması, adalet kavramının, genel geçer hukuk
kuralları kadar, bir toplumda yaşayan insanların davranışlarından, toplumda
egemen olan ahlak ve din kurallarından da bağımsız olmadığını gösterir.
Hukuk kurallarının, toplumun değerleriyle uyuşmadığı yönetimlerde adaleti
sağlamak hep sorun olmuştur. Bir çok etnik, dini, kültürel unsurun bir arada
yaşadığı devletler, adaleti ancak tüm unsurların ‘töre’lerini
2 dikkate alarak
sağlayabilmişlerdir. Bu konudaki en büyük örnek, şüphesiz, farklı etnik kökenlerden
oluşan ‘tebaa’ya farklı kurallar uygulayan Osmanlı İmparatorluğu’dur.
18. yy.dan sonra, soyut aydınlanmacı aklın ve ulusçuluk akımlarının
etkisinde, pek çok şey deforme edilmiş, bu çerçevede adalet de dar bir şekilde
tanımlanarak sadece yazılı hukuk kurallarına indirgenmiştir. Bu indirgeme ve
hukuku da merkezileştirip üniformlaştırma çabaları farklı etnik unsurlardan oluşan
ülkeler açısından bir adalet sorunu doğurmuştur.
Önce ulus devlet kuran, sonrasında bir ulus oluşturmayı hedefleyen aceleci
ya da başka bir deyişle ‘erken-­‐ulusçu’ kadrolar, İsviçre’den Medeni Kanun’u ve
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu, İtalya’dan Ceza Kanunu’nu, Almanya’dan
Ticaret Kanunu’nu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu ‘ithal etmişlerdir’. Bugünkü
tartışmalarda bile ithal edilen İtalyan Ceza Hukuku’nun faşist Musolini rejiminin
eseri olduğu unutulmaktadır.

1 AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Üyesi
2 toplumda yerleşmiş davranış biçimleri, kurallar, gelenek ve görenekler bütünü
Hukuk kurallarına indirgenmiş adalet anlayışına sahip olan dönemin
kadrolarının, toplumun değerleriyle önemli oranda bağdaşmayan kanunları ithal
etmeleri, aslında henüz çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adaleti
sağlamak hususunda on yıllar boyunca sorun yaşayacağının da habercisiydi. Kanun
ıthalatçılığının diğer bir olumsuz yönü de Türkiye’deki hukuk araştırma ve
çalışmalarının bir çıkmaz sokağa girmesine neden olmasıdır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmediği, Meclis Hükümeti’nin üzerinde
hiçbir gücün ve ayrıcalığın tanınmadığı dönemlerde, hakimlerin ve savcıların sadece
Adalet Bakanı tarafından atanması, hatta belli dereceye yükselmemiş hakimlere
‘hakimlik teminatı’ tanınmamış olması gibi bir çok antidemokratik uygulama
Cumhuriyetimizin ilk hukuk sisteminin en baştan adaletsiz, yani eksik doğmasına
neden olmuştur. Zaten adaletten yoksun olarak doğan hukuk sistemimiz, darbelerle,
“Siz emredin biz yazalım”cı anayasa hukukçularıyla, muhtıralarla, kasıtlı ve zorlama
yorumlarla iyice iğdiş edilmiş, sorunları kronikleştirmiştir. Bu durum öyle bir hal
almıştır ki, önceki bir çok siyasi iktidarların da hayata geçirdiği önemli
değişikliklerin yetersiz kalmasına ya da başarısızlıkla sonuçlanmasına neden
olmuştur.
Türkiye’nin yargı sisteminde başgösteren kronik sorunlar, 2000’li yılların
başında hazırlanan Avrupa Birliği raporlarına da yansımıştır. Avrupa Birliği
raporları, yargı sistemimizdeki sorunları beş başlık altında sınıflandırmış ve
eleştirilerini buna göre şekillendirmiştir: 3
1-­‐ Yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına dair anayasal, yasal ve kurumsal
sorunlar
a) Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde asker üyelerin de yer alması
b) Savunma haklarındaki sınırlamalar, avukata erişim dahil olmak üzere adil
yargılanma hakkının tam olarak kullanılamaması
c) HSYK’da Adalet Bakanı’nın mevcudiyeti ve Adalet Bakanlığı’nın sahip olduğu
yetkilerin yargı bağımsızlığını olumsuz etkileyebilmesi
d) Askeri mahkemelerin sivil şahıslara ilişkin yetki alanının geniş olması
2-­‐ Yargının etkinliğini ve verimliliğini etkileyen sorunlar
a) Yargıda aşırı iş yükü ve uzun süren yargılamalar
b) İstinaf mahkemelerinin eksikliği
3-­‐ Ceza yargılamasına ilişkin usuli güvencelere ilişkin sorunlar
a) Olağanüstü hal uygulamasının mevcudiyeti
b) Yetersiz sayıda çocuk mahkemeleri ve bu mahkemelerde sadece 11-­‐14 yaş
aralığındakilerin yargılanması

3 TC AB Bakanlığı, Avrupa Birliği Müzakere Sürecinde Yargı ve Temel Haklar Faslı Kitapçığı sf. 60-­‐61.
4-­‐ Yaşam hakkı ve insanlık onuru bağlamında temel hak ve özgürlükler
konusunda var olan sorunlar
a) İdam cezasının uygulanmasa da mevzuatta yer alması ve mahkemelerce idam
kararı verilmesi
b) Türkiye’nin AİHS’nin Ek 6 nolu Protokolüne taraf olmaması
c) İşkence, yargısız infaz ve şahısların ortadan kaybolması vakalarının
sistematik olduğu yönündeki iddialar
d) Özellikle işkence faillerine yönelik cezasızlık kültürünün varlığı
e) AİHS’nin 10. Maddesi çerçevesinde ifade özgürlüğü ile ilgili anayasal
güvencelerin yetersizliği
f) Barışçıl toplantı ve dernek kurma özgürlüğü önündeki engeller
g) İnsan hakkı ihlallerine karşı tashih imkanının olmaması
h) Hakim ve savcıların insan hakları konusunda eğitilmelerine ağırlık
verilmemesi
5-­‐ Cezaevleri ile ilgili sorunlar
a) Cezaevlerinin aşırı kalabalık olması ve cezaevlerinde tıbbi tedavi
imkanlarının yetersizliği
b) Cezaevlerinde tutulma koşullarının BM Minimum Cezaevi Standart
kurallarına uygun olmaması
Raporlardan da çıkarım yapılabileceği üzere, on yıllardır yargı sistemimizin
tüm unsurlarına sirayet etmiş olan sorunlar, ancak, kurumsallaşmış bir
demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarına saygının topyekün
sağlanmasıyla ve zihinlerin bu yapısal değişiklikleri kabullenebilecek ölçüde
dönüşümüyle çözüme kavuşturulabilecektir.
Dolayısıyla, kökeninde kronik sorunlarımızı çözmek, demokratikleşmek,
Batı’nın bir çok konudaki standartlarının daha da ötesini yakalamak amacı yatan
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği temelinde yürütülen müzakere sürecinde,
35 başlık altında belirlenen fasıllarından biri de hiç şüphesiz hukuk sistemimiz ile
ilgilidir. Nitekim, yargının bağımsız, tarafsız, etkili ve verimli işleyişi ve temel hak ve
özgürlüklerin gerektiği gibi tanınması ve korunmasına dair bir mekanizmanın
kurumsallaşması aday bir ülkenin AB’ye üyeliği için karşılaması gereken siyasi
kriterlerin ayrılmaz parçalarındandır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, tek taraflı olarak bloke ettiği altı fasıldan biri
olan Yargı ve Temel Haklar Faslı temelinde henüz ülkemiz hakkındaki ‘Tarama
Raporu” bile açıklanmamış olsa da 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’deki
siyasi iktidarlar yargıda etkinliğin, verimliliğin ve adaletin sağlanması adına önemli
düzenlemeler gerçekleştirmişlerdir.
Bakanlar Kurulu’nun 24 Ağustos 2009’da kabul ettiği ve 2012 yılında
güncellenen Yargı Reformu Stratejisi ise siyasi iktidarların bu konu hakkındaki
düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yargı Reformu Stratejisi’nin amaçları ise şu şekilde sıralanmıştır: 4
1-­‐ Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve saydamlığının güçlendirilmesi,
2-­‐ Yargının kalitesi, etkililiği ve verimliliğinin artırılması,
3-­‐ Uyuşmazlıkları önleyici nitelikteki tedbirlerin etkin hale getirilmesi ve
alternatif çözüm yollarının geliştirilmesi,
4-­‐ Adalet alanında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi
5-­‐ Yargının halkla ilişkilerinin geliştirilmesi,
6-­‐ Adalet örgütünün etkinleştirilmesi,
7-­‐ Hukuk eğitimi ile meslek öncesi ve meslek içi eğitimin geliştirilmesi,
8-­‐ Kadınlar, çocuklar ve engellilere yönelik uygulamaların geliştirilmesi,
9-­‐ Adalete erişimin geliştirilmesi,
10-­‐ Yargısal uygulamalardan ve mevzuattan kaynaklanan insan hakları
ihlallerinin önlenmesi ve insan hakları standartlarının güçlendirilmesi,
11-­‐ Ceza infaz sisteminin geliştirilmesi.

Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen Yargı Reformu Stratejisi, siyasi iktidarın
hukuk sistemine ‘adalet’i monte etmek yönündeki tavrını ortaya koyan resmi bir
belge niteliği taşırken, aslında 10 yılı aşkın süredir hayata geçirilen ‘yargı paketleri’
temel kanunlar ve benzeri yasal düzenlemeler de yargı reformu hususundaki
samimi gayretleri göstermektedir.
Üyeleri arasında asker kökenli hakimler bulunmasına rağmen sivil
vatandaşların yargılamalarının yapıldığı Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin
kaldırılması; Türkiye’nin üçte birini kapsayan ve millet egemenliğinin önündeki en
büyük engellerden biri olan OHAL uygulamasının sonlandırılması; askeri
mahkemelerin sivil kişileri yargılama yetkilerinin ortadan kaldırılması; çağımızın
standartlarını karşılamaktan uzak olan Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu,
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gibi bazı temel kanunların yenilenmesi; Anayasa
Mahkemesi’nin, HSYK’nın daha demokratik kurumlar olması yönünde anayasal
değişikliklerin hayata geçirilmesi; savunmanın önündeki önemli bazı engellerin
kaldırılması; Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkanının getirilmesi, İnsan
Hakları Kurumu’nun kurulması, Kamu Denetçiliği Kurumu’nun hayata geçirilmesi
gibi insan hakları ihlallerini denetleyen kurum sayısının arttırılması; arabuluculuk
müessesesi gibi yargı dışındaki alternatif uyuşmazlık çözüm sistemlerinin hukuk
sistemimizde tesis edilmesi; yargılama sürelerinin uzunluğu nedeniyle mağdurlara
tazminat ödenmesi yolunun açılması; tutuklu ve hükümlülerin cezaevleri
koşullarının iyileştirilerek önemli insan haklarından yararlanabilmelerine imkan
sağlanması; denetimli serbestlik imkanının çağın gereklerine göre yenilenmesi ve
insan hakları bağlamında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temelinde
aldığı mahkumiyetlerin önüne geçmek üzere düzenlenen 4. Yargı Paketi başta olmak
üzere ‘yargı reform paketleri’yle hayata geçirilen diğer önemli değişiklikler siyasi
iktidarın adaleti sağlama ve demokratikleşme yönünde attığı adımlardandır.

4 T.C. Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı Yargı Reformu Stratejisi Taslağı (Amaçlar
ve Hedefler), Eylül 2012.
Adalet Bakanlığı bütçesinin, 2002 yılına kıyasla yaklaşık beş kat arttırılması;
kötü şartlarda faaliyet gösteren adliyelerin teknolojik imkanlarla donatılması, diğer
fiziki imkanlarının iyileştirilmesi ve 150’den fazla yeni adliyenin inşa edilmesi;
hakim ve savcı sayılarının yüzde 30’dan fazla, adalet personelinin de yüzde 70’den
fazla arttırılması; Adalet Akademisi’nin faaliyete geçirilmesiyle hakim ve savcıların
çağın gereklerine uygun hizmet standartlarında eğitim almalarına imkan
sağlanması; hakimlerin ve savcıların, alanlarıyla ilgili eğitim almalarını sağlamak ve
yurtdışındaki uygulamaları gözlemlemek amacıyla yurtdışında görevlendirilmeleri;
Yargıtay’da ve Danıştay’da yeni dava dairelerinin kurularak temyiz merciilerinde iş
yükünün azaltılması; vatandaşlarımızın internet kullanarak dava açabilmelerine ve
tarafı oldukları davaları yine internet üzerinden takip edebilmelerine imkan
sağlayan UYAP sisteminin hayata geçirilmesi gibi yürütme organının imzasına haiz
icraatler ise vatandaşlarımızın adalete erişimlerini kolaylaştırmış, davaların daha
kısa sürede sonuçlanmasına da kısmen imkan sağlamıştır. Örneğin yargı dışı
alternatif uyuşmazlık yöntemlerinin uygulamaya geçirilmesiyle 2011’den bu yana
2,5 milyon dava dosyası, mahkemelere gelmeden çözülmüş, Yargıtay tarihinde de ilk
kez bir yıl içinde dava başvurusundan daha fazla sayıda dosya çözüme kavuştururup
karara bağlanmıştır.
Yapısal sorunları çözmek için zamana ve şüphesiz bir zihniyet dönüşümüne
ihtiyaç vardır. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, sorun üzerine sorun üreten
yargı sistemimiz, tıpkı bürokratik sistemimizde tecrübe ettiğimiz üzere anayasal,
yasal ve fiili düzenlemelere anında tepki verememektedir. Günümüze kadar, bir çok
kronik sorun çözüme kavuşturulup kamuoyunda da önceliğini yitirmişken, son
yıllarda, hukuk sistemimizin demokratikleştirilmesine yönelik önemli adımlar
atılmış olmasına rağmen, hukuk sistemimiz öncelikli sorun ve tartışma alanı olmayı
sürdürmektedir. 82 Anayasası’ndan daha da önce, 1973’de kabul edilen Meclis
İçtüzüğü’nün günümüz şartlarına uymayan bazı hükümleri nedeniyle kanun
yapımının uzun bir süreç gerektirmesi, TBMM bünyesinde faaliyet gösteren siyasi
partilerin kanun görüşmeleri sırasında uzlaşıdan yana olmayan tavırları reformların
hayata geçirilmesini daha da zorlaştırmaktadır. Yine de daha iyi sonuçlar elde etmek
için sabırla ve ısrarla yeni düzenlemeler hayata geçirilmelidir.
Türkiye’nin adaleti tesis etme ve demokratikleşme yönünde attığı adımlar
tamamlanmış değildir. Aksine, Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı, Bakanlar Kurulu’nun
da kabul ettiği Yargı Reformu Stratejisi’nin de gösterdiği üzere yapılması gereken
çok iş, gerçekleştirilmesi gereken onlarca hedef vardır. Türkiye’nin gitmesi gereken
uzunca bir yol vardır. Türkiye, hâlâ, AİHM nezdinde hakkında en fazla dava açılan
ülkelerden biridir.
Türkiye’nin daha demokratik ve adaletli bir yargı düzenine kavuşması için
yapılması gerekenlerin en başında, hiç şüphesiz, 30 yıl önce, askeri vesayet altında
hazırlanan 1982 Anayasası’nın yerine, yeni, sivil, bireyi önceleyen, temel hakların
standartlarını yükselten bir anayasanın hazırlanıp hayata geçirilmesidir.
Milletin egemenliği üzerinde vesayet kurulmasına ve nihayet darbelere
dayanak oluşturan tüm mevzuatın ayıklanması da yeni anayasa çalışmaları ile
birlikte ele alınmalıdır.
Yargı birliği sağlanmalı, askeri yargı, adli yargı, idari yargı ayrımı ve bunlar
içindeki diğer ayrımlar kaldırılmalıdır.
Mahkemelerin ihtisaslaşması sağlanmalı, ihtisas mahkemelerinin sayı ve
çeşitleri arttırılmalıdır.
İstinaf Mahkemeleri işlevselleştirilerek, yüksek yargı organlarının içtihad
üreten yargı organı olma hüviyetlerini tekrar kazanmaları sağlanmalıdır.
Türkiye’de, her 100 bin kişiye 10,6 hakim ve 5,8 savcı düşüyorken
‘yargılamanın uzunluğu’ sorununu çözmüş gelişmiş ülkelerde bu sayı yaklaşık 20
hakim ve 10 savcıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki hakim ve savcı sayıları, gelişmiş
ülkelerin standartlarına çıkarılmalıdır.
Dinî ve etnik nefret suçlarının kapsamı genişletilmeli, ayrımcılıkla mücadele
daha sistematik hale getirilmeli, gerekirse bu hususta bir Komisyon kurulmalıdır.
Vatandaşların kişisel verilerinin korunmasına yönelik ciddi adımlar atılmalı,
hayatın her alanında tutulan ve artık kişilik bütünlüğünden ayrılmaz hale gelen
verilerin kontrolsüz bir şekilde kayıt altına alınması ve tutulmasının önüne
geçilmelidir.
Gerçekleştirilmesi gereken yargı reformları Avrupa Birliği müzakere
kriterlerinden daha geniş bir şekilde alınması, Türkiye’deki temel haklar ve
özgürlükleri hep daha ileriye taşımak, bu konuda üst sınır tanımamak sahip
olmamız gereken öncelikli hedef olmalıdır.
Ancak bu hedefi benimseyen siyasi iktidarların programlarında yer alan tüm
anayasal ve yasal düzenlemeler hayata geçirildiğinde, Cumhuriyetimizin
kuruluşunun 100. yılında, milletimizin yargı kurumlarına daha fazla güven
duyduğu, adalet ihtiyacının tam manasıyla karşılanabildiği bir Türkiye’ye kavuşmak
mümkün olabilecektir.